Merhaba sevgili okuyanlar,
Bu haftaki konumuz değer. Hepimiz bunun ne demek olduğunu biliyoruz. Peki gerçekten biliyor
muyuz? Bilgi ve söylem olarak evet ancak özümseyip hayata geçirmek olarak eksik.
Sorun “ben değerliyim” demek değil, buna inanmak, bunu hissetmek ve hissettirebilmek. Yaşamım
boyunca işte bu dediğim anda kaybolan anlam. Sanırım hatayı en başta yapıyoruz. Kendimize değer
vermeyi atlayıp, değeri başkalarının söylemlerine, onayına, tavır ve davranışlarına bırakıyoruz.
Kendini tanıyamadan, duygularını konuşamadan, düşüncelerini söyleyemeden büyütülmüş bir neslin
çocukları olmanın bedelini ödüyoruz. Hal böyle olunca değer kelimesinin karşılığı alınan, sahip olunan
bir nesneye dönüşüyor. Ya da iyi bir gelire sahip olmak değerli hissettiriyor.
“Sus, o senin büyüğün. Hayır, sen ne bilirsin. Düşünmek sana mı kaldı vb… “ sürekli susturularak,
eleştirilerek, ceza olarak yalnızlaştırılıp, alay edilerek, düşmanımız haline gelen komşu çocuklarının
yaptıkları ve bizlerin yapamadıkları ile kıyaslanarak büyüyen eksik yetişkinler oluyoruz.
Her şey ailede başlıyor. Ailenin şımarmasın diye tasarruf ettiği her sevgi ifadesi, takdir, tebessüm,
sıcak bir sarılma, teselli, çocuğun gönlünde bir boşluğa dönüşüyor. Hissettiği ancak tarif edemediği.
Tarif edemiyor çünkü bilmiyor. Bilmiyor çünkü, fikrini söyleyebilmesi için bir yetişkin olması gerektiği
öğretiliyor. Peki sonra ne oluyor? Çocuklar en doğal hakları olan sevilme ve değer verilme duygusunu
yaşamak için dikkat çekmeye çalışıyor. Davranış problemleri başlıyor. Aile çocuğu eğiteyim derken
cezayı öğretiyor. Cezaların belki de en kötüsü, duygusal ceza. Böyle yaparsan seni sevmem, akıllı
durmazsan seni bırakırım. Çocuk korkuyu öğreniyor. Kaybetme korkusu. Kabul görmeme korkusu.
Sevilmeme korkusu.
En sonunda ailenin her istediğini yapıyoruz dedikleri çocuklar okula başlıyor. Öğretmenlerine
bakıyorlar hayranlıkla. Orada konuşuruz, o bizi anlar diyor kimileri.
Çoğu kez durum umulduğu gibi olmuyor. Maalesef birçok konuda olduğu gibi bu konuda da sadece
belgeler konuşuyor, notlar ön safhada yer alıyor. Çocuk başarı ile tanışıyor. Rekabet, kazanmak,
kaybetmek… Başarılı çocuk seviliyor. Diğeri ise sorunlu çocuk, tembel çocuk vb söylemlerle
etiketleniyor. Düşünceleri değersiz, duyguları önemsiz hissettiriliyor. Zaten tanıştığı bir durumu tekrar
yaşıyor.
Eğer şanslılarsa en az bir öğretmen onların içindeki ışığı görüyor. Dinliyor, anlıyor, pırıl pırıl
yüreklerindeki, o boşluktaki çırpınışını görüyor, gözlerinin içine bakıyor. “Yine mi bu çocuk” bakışıyla
değil, içten bir gülümsemeyle. “Sen değerlisin” diyor, “düşüncelerin, duyguların, her şeyinle iyi ki
varsın” diyor. Çocuk değerle tanışıyor, kendisiyle…
Bu olmazsa ne oluyor? Gençlik, mezuniyet derken hayata atılan yetişkinler oluyor. Okul onlar için
bitirdiği ancak hiç sevmediği, kendini anlatamadığı ikinci dünya olarak akıllarda kalıyor.
Bir öğretmenin gücünü görebiliyor musunuz? Bunun önemini, neleri kapsadığını, nerelere ulaştığını…
O nedenle ne olur sorumluluğunu alabileceğiniz meslekler seçin. Mecbur olduğunuz değil, sevdiğiniz
işi yapın.
Çünkü topluma kazandırılamayan her birey bir noktada aile kuruyor. Kendine veremediği değeri,
kendisinin görmediği değeri çocuklarına da veremiyor. Ya da sırf bu duyguyu yaşamak adına sağlıksız
ilişkiler yaşayıp, evleniyor. Yaşamı boyunca içteki çatışması bitmiyor. Kendisini yaşamının ortasına
koyamadığı için bir başkası onu yaşamının merkezi yapsın istiyor. Mutsuz evlilikler, mutsuz çocuklar.

O nedenle sevgili anne ve babalar, dünyaya getirdiğiniz çocukları sevgiyle yoğuramayacaksanız,
onlarla oyunlar oynamayıp, avm çantası gibi gezdirecekseniz, seni koşulsuz seviyorumu
öğretemeyeceksiniz, duygularını, varlığını önemsemeyip, ele güne karşı göstermelik ebeveyncilik
oynayacaksınız bu haksızlığı en başından yapmayın. Onu hiç bilmediği bir dünyada savunmasız, duygu
yoksunu olarak bırakmayın.
Ben, ailemde sevilen bir çocuk olarak büyüdüm. O dönem koşullarına göre oldukça mutlu bir
çocuktum. Duygular benim için hep çok önemliydi. Ancak kendimi sevmeyi çok geç öğrendim.
Başkalarını sevmek daha öncelikliydi. Küçük yaşta başladım okula. Harika bir ilk okul öğretmenim
vardı. Hayatıma dokunan ilk özel insan. Yazılarımı kocaman bir gülüşle okuyan ilk insan. Eğitim
öğretim hayatım boyunca birçok öğretmen tanıdım. Aynı coşkuyu çok uzun aralıklarla çok az
öğretmende gördüm.
Üniversiteye başladığımda, bir hocam bana büyük bir had bildirdi. Üniversite kendi düşünceni
söyleyebileceğin, kendini savunabileceğin bir yer değildi. Orası kurallara uyman gereken, söylenen
her şeye boyun eğen, farklılıkları aykırılık olarak gören, kendi olma istemini senden alan, ötekileştiren,
aynı tip insan yetiştiren bir otoriteydi. Ve okul bitti. Kendimi arama yolculuğum o yıllarda başladı.
Öyle kolay bir şey değil insanın kendine yolculuğu. Sancılıdır, baş döndürücü… Pek çok şeyi bilip
susmanın, harekete geçememenin bedeli yıllarla ödeniyor. Yerine konulamayan ilk şey zaman ve
duygular oluyor. Sakladığın her duygu seni içten çökertiyor.
O nedenle kendinizi severek, kendinizi önemseyerek başlayın her şeye. Çünkü başkalarının tartısına
bırakırsanız kendinizi, değersiz olmanız an meselesi. Ölçü bu olursa yaşamınız sürekli pinpon topu
kıvamında ilerler. Ölçü kendiniz olursa yaşamınızın akışı daha sağlıklı olur. Sizden bir tane daha yok.
Başka bir yaşam, başka bir dünyada yok. Şimdi var. Şimdi karar ver. Sen kendini nereye koymak
istiyorsun? En son ne zaman kendini ödüllendirdin. Kendine çay ısmarladın mı hiç? En son ne zaman
biri sana kendini değerli hissettirdi? Sana iyi gelen insanlarını da al, önce kendini sonra yeni gelen
günü kucakla iyi dileklerle. Sevgilerimle.
Zemberek Kuşu’nun Dönüşü

Sohbeti Başlat
Bize Ulaşın
Merhabalar,
Nasıl yardımcı olabiliriz ?